Yoksa Siz Halâ Dip Mi Çekiyorsunuz?


onuruygunÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 30/07/2006
İl: Kocaeli
Mesaj: 7768
onuruygunÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 21 Eylül 2014 15:03
Uzun zamandır foruma ayda yılda bir giriyorum. Girdiğimde de bu konuya bakmaya gayret ediyorum. 

Bir dönemde evimde 10'dan fazla akvaryum vardı. Beni bilen bilir, hiç bir zaman görselliğe önem vermedim. Bitki ile ilgilendim ama peyzaj yapmadım. Akvaryumun karşısına geçip izleme huyum da yoktur, sırf gözlem için akvaryum kurmak gibi bir huyum var.

Şahsen ben zamanında kurduğum akvaryumlarımdan birini çok severdim. 135 litrelik nispeten ufak bir akvaryumdu. Tabanda toprak kullanan pek yoktu o zaman, ben 10 cm'e yakın toprak koyup üzerine 3-4 cm kum eklemiştim. O akvaryumda 5-6 yıllık süreçte hiç dip çekimi yapılmadı. Gelen giden balığın haddi hesabı olmadı. Kimi zaman melek, kimi zaman discus, bir dönem canlıdoğuranlar, tetralar, killifishler ve bir dönem de kurbağa eklendi. Su değerlerini pek test etmezdim ama test ettiğimde de NH3/NO2/NO3 hep sıfır veya sıfıra yakın çıkardı ki bitkiler için dünya kadar azot eklemesi yapmak zorunda kalırdım. Su değişimi de sadece buharlaşma sebebi ile eklenen su tuzlanma yapmasın diye yapılıyordu bu tanktan.

Şu bahsettiğim akvaryumun görselliği çok iyi değildi. Tortu kum aralarında biraz vardı ve iri taneli malzeme kullanıldığından akvaryuma eklediğim m. tuberculata'lar tabanı karıştırıp tortunun kuma karışmasını sağlıyordu. Akvaryumda filtre yoktu, bir parmak filtre boş çalışıyordu.(akıntı için) Su bildiğiniz cam gibiydi. Balık dışkıları ise 1 gün içinde çürükçüller tarafından parçalanıyordu.

Şimdi bence bu akvaryum gayet temiz ve sağlıklı idi. Akvaryumcudan ileri derecede hasta, mantardan kendisi görünmeyen, iç parazitten karnı kalmamış, ölmeye yakın ramirezzileri alıp sadece metilen mavisi ile banyo yaptırdıktan sonra bu tanka ekleyip 2 hafta gibi bir sürede kendilerine nasıl geldiklerini gördükten sonra balıklara işkence olan bir ortam olduğunu da zannetmiyorum. HAtta aynı ramireziler 1-2 ay içinde yumurta sermişlerdi. (Bu dediklerime de forumdan Uğur Erbab'ı şahit gösterebilirim.)

Şimdi gelelim başka bir noktaya. Eğer siz akvaryumda bakterilerinden protozoalarına kadar dengeli bir ortam tutturmadıysanız, su kimyasal yapısı ile sağlıklı değilse(mesela yüksek NH3, yüksek veya düşük K, Na gibi), azot ve karbon döngüsü düzgün işlemiyorsa o zaman akvaryumda kalan dışkılar hızlı bir şekilde çürümeye maruz kalmaz, su değerleriniz sağlıklı olmaz, balıklarınız da sağlıklı olmaz. Bu durumda balıkların sağlıklı olup olmaması ile dip çekiminin zerre alakası yoktur. Siz dip çekimi de yapsanız o akvaryum sağlıksız kalır. Önemli olan akvaryumda biyolojik dengeyi sağlamak, azot ve karbon çevrimlerinin sağlıklı işlemesini sağlamak ve bunlar için uygun sayıda balığı mümkün olan en az müdahale ile yaşatmaktır. Bunu başarırsanız dip çekimi yapmamak çok faydalıdır. Bunu başaramazsanız dip çekimi yapsanı da yapmasanız da fark etmez, ortam balıklar için her halükarda sağlıksız olur.
omardaing2014-09-21 16:21:02

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

zupermenÇevrim Dışı

Kayıt: 13/02/2012
İl: Istanbul
Mesaj: 216
zupermenÇevrim Dışı
Gönderim Zamanı: 21 Eylül 2014 15:04
Azot ve karbon onur bey doğrudur ancak söylediklerinizde anlamadığım.

Bitki toprağı buna bende şahidim. Ancak azot ve karbon hiç derdim olmadı.

Azot ve karbon bitkiler tarafından emilim yapılması için ancak bakteri kültürü yeterli olduğunda bu olabilir yani bitki azotu ve  karbonu direkt alamıyor. Siz azot ekledim diyor ve sağlıklı bakteri kültüründen bahsetmişsiniz bunu anlayamadım.. Sağlıklı bir bakteri kültüründe bitkiler neden azot emilimi yapamadı ve siz ekleseniz de bunu bitkiler direkt alamazlar...Bendeki bilgi bu anlamadım..Açar mısınız?
omardaing2014-09-21 16:27:20

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

onuruygunÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 30/07/2006
İl: Kocaeli
Mesaj: 7768
onuruygunÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 21 Eylül 2014 15:45
[QUOTE=zupermen]Azot ve karbon onur bey doğrudur ancak söylediklerinizde anlamadığım.

Bitki toprağı buna bende şahidim. Ancak azot ve karbon hiç derdim olmadı.

Azot ve karbon bitkiler tarafından emilim yapılması için ancak bakteri kültürü yeterli olduğunda bu olabilir yani bitki azotu ve  karbonu direkt alamıyor. Siz azot ekledim diyor ve sağlıklı bakteri kültüründen bahsetmişsiniz bunu anlayamadım.. Sağlıklı bir bakteri kültüründe bitkiler neden azot emilimi yapamadı ve siz ekleseniz de bunu bitkiler direkt alamazlar...Bendeki bilgi bu anlamadım..Açar mısınız?
[/QUOTE]

Hayri Bey; bitki toprağı diye satılan kimi zaman saksı toprağı denen siyah fermante ürün değil kastım, bildiğiniz toprak. Karbon kaynağı olsun diye biraz bundan da ekledim gerçi birkaç avuç ama geri kalanı bildiğiniz toprak.

Ben azot eklemesini azotlu metal bileşikleri(Potasyum nitrat vs.) ve üre ile yapıyordum. Yalnız bunu demişken uyarayım, ürenin çok çok az miktarda kullanılması lazım, yarım saate kalmadan tamamı amonyağa dönüşür ve dikkatli kullanılmazsa önce balıkları sonra da bitkileri öldürür. Bitkiler bu eklemelerde azotu doğrudan alır. Mesela potasyum nitrat eklemesinde azotu nitrat iyonu olarak, üre eklemesinde ise üre bakteriler tarafından bozunduktan sonra amonyak/amonyum olarak alırlar. Bitkilerin azotu doğrudan kullanamadığı durumlar suda ve havada bulunan N2'dir. (Ki baklagiller gibi kimi bitkiler ve siyanolar gibi fotosentetik canlılar bunu da kullanır) Azot eklemesinin sebebi benim bitkilerimin o dönem çok olması ve denitrifikasyonun canavar gibi çalışmasıdır. Ki aslında sağlıklı bir akvaryumda beklenen de biraz budur. Balık yemi ile gelen azot yetmiyordu.

Azot döngüsü iki olaydan dolayı önemli. Birincisi zehirli olan amonyak daha az zehirli olan nitrata çevriliyor. İkincisi ise sudaki fazla nitrat denitrifikasyon basamaklarında N2'ye çevrilip gaz olarak suda çözünüyor ve sonra da su yüzeyinden atmosfere geçiyor ve sudaki azotlu bileşiklerden kurtuluyoruz. Bu süreçlerin hepsi için sudaki CO2 veya kullanılabilir haldeki karbon kaynakları lazım. Özellikle denitrifikasyon ağırlıklı olarak oksijensiz ortamda gerçekleşir. Dip çekimi yapılmıyorsa dışkılar vb. atıklardan geriye kalan tortu zamanla tabanın alt katmanlarına iniyor ve denitrifikasyon yapan bakterilerce karbon kaynağı olarak kullanılıyor. Bu karbon kaynağı az ise bakteriler kolonileşip yüksek nüfusa erişemiyor. Bu sebeple denitrifikasyon isteniyorsa en iyi çözüm kalın taban, tabanın karıştırılmaması ve dip çekimi yapılmamasıdır. 

Karbon döngüsüne gelirsek; burada esas amaç karbon döngüsünün metan basamağı vb. kısımları değil. Karbon döngüsünün tam olarak gerçekleşmesi akvaryum ile de sınırlı değil. Global bir olgu. Akvaryumu gerektiği kadar bu döngüye sokmaya çalışıyoruz. Burada en önemli nokta çürükçüller. Bunlar da bakteri ve mantarlardır. Bu basamağın sağlıklı olması biraz zaman alır ve akvaryuma çok fazla müdahale edilmiyorsa sağlıklı işler. Dışkıların, yaprakların, hayvan ölülerinin(özellikle mikroskobik olanlar), yemlerin ve canlı olup artık canlılığını yitirmiş her şeyin hızlıca çürüme ile yok olmasını isteriz ve bu sürecin mümkün olduğunca sağlıklı işlemesini tabi ki.

Bunun önemli yanı şudur. Hem organik kökenli karbon suda ve özellikle tabanın derin kısımları gibi difüzyonla CO2 alacak yerlerde bolca bulunur ve azot döngüsünü destekler hem çürümekte olan organik malzemelerdeki metaller nispeten şelatlı olarak bulunur. Mesela bu bitkili akvaryumda önemlidir. Mesela nitrat yükseldiğinde sudaki demir; demir nitrat olarak çökmeye başlar. Bu tabanda birikecekken çürükçüllerin bozulmasını sağladığı bitkisel kökenli atıklar(bitkisel yem, yapraklar, dışkılar vs.) hümik ve fulvik asitlerin ortama salınmasını sağlar. Bunlar da demir nitratı düşük oksijenli ve düşük redoxlu ortamda şelatlayıp bitkilerin kullanımına sokar. Benzer durum diğer metaller için de geçerlidir.

Ayrıca bu süreçlerde ortaya çıkan pek çok organik madde hormonları taklit etme özelliğine de sahiptir. Özellikle hümik ve fulvik asitler üzerinde çokça bilimsel araştırma vardır. Büyüme hormonlarını taklit etmeleri veya yapımını kolaylaştırmaktan tutun da kimi hücre yapısında kullanılan moleküllerin yapımında daha az enerji harcanmasına kadar pek çok özellikleri keşfedilmiş, her gün de yeni bir faydaları keşfedilmektedir.

Yani kısacası hepsi birbirine bağlı. Ben bitkiler üzerinden ağırlıklı olarak örnek verdim çünkü esas ilgi alanım budur. Bu süreçlerin sağlıklı oluşması için pek çok şeyin dengede olması lazım. Balık sayısının nispeten düşük tutulmasından tutun da tabanda kullanılan kumun kalınlığına, oradan tutun ışıklandırmaya ve verilen yeme kadar pek çok değişken var. Önce akvaryuma giren madde miktarını(yem, katkılar vs.) dengeli ve sağlıklı tuttuktan sonra dip çekimi yapmamak ile bir nevi bu döngülere giren canlılara gıda sağlıyoruz ve sistemde çeşitli canlıların(bakteri, küf vs. vs.) bir denge içinde yaşamasını sağlıyoruz. Bunların nüfusları yeterli olursa ve nüfuslarını yüksek tutacak kadar besin girdisi uygun koşullarda sağlanırsa balık ve bitkilerin sağlıklı olması için ekstradan bir uğraşa gerek yok. Başa dönersek dip çekimi yapmamanın temelinde de bu var. 
omardaing2014-09-21 16:27:56

Beğenenler: [T]228792,anilcanmutlu[/T]
+1: [T]228792,anilcanmutlu[/T]

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

M.TunaÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 24/08/2012
İl: Ankara
Mesaj: 3395
M.TunaÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 21 Eylül 2014 15:51
Sevgili Onur Şahin'in bu yazısından yıllar önce özellikle filtre,biyolojik döngü ve su kimyası ile ilgili konularda bu işi yıllardır yapan Eheim Ve Sera firmalarına eskiden mektup ile ve 2000'li yıllardan sonra e-posta ile pek çok soru gönderdim ve cevap istedim.
Her mektubuma ve her e-posta sorusuna cevap yazdılar.

Sevgili Onur'un konusuyla ilgili soruyu ise yaklaşık 1996 -99 arasında  Sera ve Eheim firmasına mektupla sormuştum.

Her iki firma da sözleşmiş gibi ''dip çekimi diye bir şey yoktur su değişimi ise amonyağın uzaklaştırılması için -gerekebilir--'' cevabını vermişlerdi.

Daha da ötesi 1993 yılında kurduğum ve 96 yılına kadar su değişimi ve dip çekimi yapmadığım ve filtresiz sadece bol bitkili  tankımla ilgili hangi filtre gerekir soruma ise ''sizin sisteminize filtre gerekmez'' cevabını vermişlerdi.

Biyolog ve veteriner dostlarımla bu konuyu sohbetlerde dile getirdiğimde  onlardan da aynı fikirler çıkıyor''dip çekimi ya da tavan çekimi ya da tankın en sol üstünden çekim yapın sonuç aynıdır''.

Yorum yapmadan sadece teknik ve bilimsel dilden hobiye yaklaşan sevgili Şahin'e tekrar teşekkür ederim.

Beğenenler: [T]228792,anilcanmutlu[/T]

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

zupermenÇevrim Dışı

Kayıt: 13/02/2012
İl: Istanbul
Mesaj: 216
zupermenÇevrim Dışı
Gönderim Zamanı: 21 Eylül 2014 16:12
onurr bey bilgilendirme yazınız için teşekkür ederim..

çok naziksiniz uğraşmanız cevap vermeniz  bile size soru sormama engel oluyor..

affınıza sığınarak..

Lakin hala anlamış değilim özür dilerim..

azot bitkilerce doğrudan benim okduğum bilimsel yazılarda alınamayacağı şeklinde..

karbon içinse genlede kömürleşmiş malzemeler ve besin içinde kil kullanılırken neden bu rislik olan üre ekleme yani hayvansal katkı yoluna gittiniz. ki tekrar edeyim azot direk alınamazken.. (Bilimsel kaynaklara göre) Buna karbon da dahil..

bizler tabanı hazırlarken genelde toprak, kil, kömür parçacıları vb.. malzemeler kullanıyoruz. Sizde kullandığınız için tabanda kullanılan toprak zaman içerisinde bitki dikimleri yer değiştirmeleri neticesinde azda olsa problem çıkatmakta,

sorum şu ki ;
İlgilendiğiniz için soruyorum.. taban bitkisi şayet baktıysanız.. dipte oluşan tortu zamanla bitkileri bozma yolunda eğilim göstermeye başlıyor samanla yumak bitkilerin iç bölgelerinde bu bahsi geçen bitki öyle bir avuç eğilde top kadar hayalinizde canlandırınız. özellikle gövdeli bitkilerinde alt yapraklarında bu sorun sizde de  oldu mu.. Dip çekimi yapmadığınız süre içerisinde..

Ben şunda gerçekten hemfikirim.. Taban akvaryumun en önemli kısmı filtreden bile çok çok önemli.. Bunu okumadım sadece gözlemledim.. Lakin tabanın en üst ince bir cm lik kadar kısmını 6-8 ay civarı karıştırmadan ve pislik çekmeden sürekli su kalitesi bozulma zaman aralıkları kısaldı yani ufak bir filtre kullanıyorum içinde de  sadece bir avuç lav kırığı ve elyaf var diyeceğim bu elyaf taban temizliğini yaptığımda bir hafta hatta ilk zamanlar iki hafta giderken belirttiğim süre sonunda filtre iki günde çok daha pis yani sadece elyafı iki yıldır lav kırıklarına dokunmuyorum.. işte bu elyaf pisleniyor ve su rengi değişmeye başlıyor.. anlıyorum ki taban temizlenmeli.. siz bu sorunla nasıl başa çıktınız.. yada sizde de oldumu? Cevap yazarsanız memnun olurum. Konuya girişimde yaz boyunca tabanı çekmediğimi ama akvaryumun su kalitesinin çok bozulduğunu ki tabanı aşa yukarı ocak ayından bu yana ellememişitm. inanırmısınız ışıkların yansıması bile taban değmiyordu su tortusuz ancak kalitesi bozuk.. Bilmem anlatabiliyor muyum yani sorumda anlamadığınız yerleri lütfen sorunuz tekrar...

Tekrar teşekkürler..


 Mahmut Tuna bey;

Bahsi geçen firmaların dip çekim aletlerininde olduğunuda hatırlatmak isterim.

Ayrıca yine bahsi geçen firmaların kaba pislik biyolojik filtre konusunda çok çeşitli malzemeleri bulunmakta..

O zaman neden eskiden taban filtreleri vardı yani tabanın altına serilen onlar bitki köklerini yıkadıklarından vazgeçildi..

tabii tartışılabilir yani neden tabana değilde neden böyle yöneldi firmalar..

firmaları açıkçası çok samimi bulmuyorum.

Çünki ticari bir kaygı var ortada. O yüzden bana göre sattıkları malzemeler örneğin bir seranın akvaryum lambası balansıyla kaça mal oluyor. ama aynı işi göreni çok daha ucuza yok mu?
Seranın bakteri kültürü hala tartışılır.. filtre iç malzemeleri

burada güzel bir örnek vermek isterim bu firmalar bir süre sonunda ki 6 ay malzemenin yarsını yenileriyle değiştirin diyor. İşte tabanda da bu ölen baktei kültürü zamanla bana göre kaliteyi bozuyor. Bunun aralığı ise 8 ay yine bana göre tabanın alttan 1 cm lik alanı asla müdahale edilmeyecek tek alan ama onur beyde katmanlarla uğraştığından mutlaka bilecektir..
bu bir cm lik alan asla ışık almamalı işte o yüzden çoğu kişiye şimdi hagen kum tuzakları kuruldu. yaptığı iş sadece ışık geçirmemesi, Tabii bunlar tartışılır yani bunlar benim gözlemlerim ve sadece kişisel fikirlerim..



Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

M.TunaÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 24/08/2012
İl: Ankara
Mesaj: 3395
M.TunaÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 21 Eylül 2014 16:41
İnsanlar körü körüne talep ederse firma ürünü üretir.


Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

onuruygunÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 30/07/2006
İl: Kocaeli
Mesaj: 7768
onuruygunÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 21 Eylül 2014 16:46
[QUOTE=zupermen]onurr bey bilgilendirme yazınız için teşekkür ederim..

çok naziksiniz uğraşmanız cevap vermeniz  bile size soru sormama engel oluyor..

affınıza sığınarak..

Lakin hala anlamış değilim özür dilerim..

azot bitkilerce doğrudan benim okduğum bilimsel yazılarda alınamayacağı şeklinde..

karbon içinse genlede kömürleşmiş malzemeler ve besin içinde kil kullanılırken neden bu rislik olan üre ekleme yani hayvansal katkı yoluna gittiniz. ki tekrar edeyim azot direk alınamazken.. (Bilimsel kaynaklara göre) Buna karbon da dahil..

bizler tabanı hazırlarken genelde toprak, kil, kömür parçacıları vb.. malzemeler kullanıyoruz. Sizde kullandığınız için tabanda kullanılan toprak zaman içerisinde bitki dikimleri yer değiştirmeleri neticesinde azda olsa problem çıkatmakta,

sorum şu ki ;
İlgilendiğiniz için soruyorum.. taban bitkisi şayet baktıysanız.. dipte oluşan tortu zamanla bitkileri bozma yolunda eğilim göstermeye başlıyor samanla yumak bitkilerin iç bölgelerinde bu bahsi geçen bitki öyle bir avuç eğilde top kadar hayalinizde canlandırınız. özellikle gövdeli bitkilerinde alt yapraklarında bu sorun sizde de  oldu mu.. Dip çekimi yapmadığınız süre içerisinde..

Ben şunda gerçekten hemfikirim.. Taban akvaryumun en önemli kısmı filtreden bile çok çok önemli.. Bunu okumadım sadece gözlemledim.. Lakin tabanın en üst ince bir cm lik kadar kısmını 6-8 ay civarı karıştırmadan ve pislik çekmeden sürekli su kalitesi bozulma zaman aralıkları kısaldı yani ufak bir filtre kullanıyorum içinde de  sadece bir avuç lav kırığı ve elyaf var diyeceğim bu elyaf taban temizliğini yaptığımda bir hafta hatta ilk zamanlar iki hafta giderken belirttiğim süre sonunda filtre iki günde çok daha pis yani sadece elyafı iki yıldır lav kırıklarına dokunmuyorum.. işte bu elyaf pisleniyor ve su rengi değişmeye başlıyor.. anlıyorum ki taban temizlenmeli.. siz bu sorunla nasıl başa çıktınız.. yada sizde de oldumu? Cevap yazarsanız memnun olurum. Konuya girişimde yaz boyunca tabanı çekmediğimi ama akvaryumun su kalitesinin çok bozulduğunu ki tabanı aşa yukarı ocak ayından bu yana ellememişitm. inanırmısınız ışıkların yansıması bile taban değmiyordu su tortusuz ancak kalitesi bozuk.. Bilmem anlatabiliyor muyum yani sorumda anlamadığınız yerleri lütfen sorunuz tekrar...

Tekrar teşekkürler..
[/QUOTE]

Hayri Bey; azotun hangi molekül yapısında ve hangi formda bulunduğu önemli. Bitkinin aldığı azotu nerede kullandığına bakmak lazım. Başka şekillerde de kullanılsa bile temelde basit bakarsak ağırlıklı olarak aminoasit yapımında kullanıyorlar. Sadece aminoasit üzerinden gidelim. Bu aminoasitler de temelde enzim ve protein yapımı vb. işlerde kullanılıyor. Mesela dediğim gibi istisnalar hariç bitkiler N2'yi yani iki azotun birleşip oluşturduğu molekülü kullanamazlar. Çünkü N2 yani sadece iki azot atomundan oluşan molekülü parçalayıp sonra da yerine göre yeterince hidrojen ekleyip aminoasitin karbon zincirine bağlamaları gerekir. Hidrojen eklemesini nitrat(NO3) aldıklarında da yapıyorlar, bu süreçte oksijenler çıkartılıp hidrojen ekleniyor ve NH2 gibi iyonlar önceden hazırlanan karbon zincirine eklenip aminoasit yapılıyor. Şimdi burada sorun şu; bitkiler N2'yi parçalayacak mekanizmadan yoksunlar. O yüzden N2'yi iki adet N atouna parçalayıp hidrojen ekleyemiyorlar. Dolayısı ile NH2 üretilmiyor ve N2 kullanılamaz oluyor. (Dediğim gibi bu mekanizmaya sahip canlılar var, özellikle de mikroskobik canlılar) Eğer bitki azotu ne şekilde alırsa alsın, o azotlu molekülü işleyip NH2 şekline sokabiliyorsa o zaman o azotu kullanabilir. Bizim akvaryumda en sık karşılaştığımız azot kaynakları amonyak(NH3), amonyum(NH4), nitrit(NO2), nitrat(NO3). Ağırlıklı olarak akvaryumda da doğada da bunlar var ve azot kaynağı olarak bu maddeler bitkiler tarafından kullanılıyor. Yani azot kaynağı derken havadaki serbest azotu(N2) değil, bunları da kastediyoruz. Sizin okuduğunuz yayınlarda azot kullanılamaz yazıyorsa o zaman sadece N2 kastedilmiştir. Sanırım benim kasttettiğim anlam ile sizin dediğiniz arasında böyle bir fark var ve ondan yazdıklarım anlaşılmaz oldu.

Azotu ağırlıklı olarak nitrat olarak veriyordum ama üre kullanmamın da önemli bir sebebi var. Azot döngüsünün amonyaktan nitrata ilerleyen nitrifikasyon bölümündeki bakterilerin de besin olarak amonyağa ihtiyacı vardır. Bitki yoğunluğu fazla ise doğal olarak amonyak ortamda çok az bulunuyor ve bitkiler tarafından öncelikli tüketildiğinden nitrifikasyon bakterilerini besleyecek amonyak az kalıyor. Azot eklemesinin bir kısmını üre ile yaparak hem bitkilerin daha verimli kullandığı amonyağı onlara sağlamış oldum hem de olası bir canlı ölümü vs. ile amonyak yükselirse diye nitrifikasyon bakterilerinin nüfusunun çok düşmesini engelledim ki amonyak yükselir de işim düşerse bu bakteriler işini yapıp amonyağın icabına bakabilsin. Yani üre verirken temel hedefim bu idi. Yalnız balık nüfusunun yüksek, bitki nüfusunun az olduğu sistemlerde bunu önermem. Gerek yok, ve dozu iyi ayarlanmazsa zararlı bir yöntem.

Toprak kullanınca bitkileri sökmüyordum, kökleri mümkün olduğunca tabanın derininden bitkiyi öldürmeden kesmem gerekiyordu. Bu konuda size katılıyorum, bitki sökümü çok zor oluyor.

Bende benzer sorunlar olmadı. Sadece birkaç defa bakımı geciktirdiğimden potasyum eksikliğine bağlı olarak eski yapraklarda dökülme yaşadım ve bahsettiğinizin aynısı o zaman oldu. Genelde bu durum potasyum eksikliğinde görülüyor.

Su rengindeki değişmeden kastınız sarımtrak bir renk ise bu genellikle organik asitlerden kaynaklanır. Özellikle de humik ve fulvik asitlerden. Eğer suyunuz yeşilimsi ve anladığım kadarı ile ışık geçirmeyecek düzeylerde ise o zaman yeşil su sorunu olarak anılan sorunla karşı karşıyasınızdır. Bu durumda balık sayısını azaltmak, bitki eklemek, midye ve su piresi gibi suyu süzüp mikroskobik canlılarla beslenen canlılar eklemek başarılı bir çözüm oluyor. Gece vakti bu biyokütle bol oksijen harcayacağından geceleri havalandırma yapmanızı tavsiye ederim. Yeşil su sorununuz varsa bu genellikle mesajımda bahsettiğim gibi dengeli bir madde girişinin olmadığına işarettir. Özellikle yüksek fosfor ve azot seviyeleri olduğunda sıklıkla görülür. Volkanik kayaçları demir içeriği yüksektir, özellikle su değiştirmediğinizde sudaki organik asitlerin miktarı artıp bu volkanik malzemedeki demiri de çözmeye başlar ve demir miktarı da azot ve fosfora beraber artarsa yeşil su sorununu tetikleyebilir.

Bahsettiğim gibi sarımtrak bir renk ise suyun berrak olması lazım. Eğer yeşil su ise özellikle midye ve su piresi en garantili çözümdür. Akvaryum hacmine göre bir veya birkaç tane midye alıp denemenizi öneririm. 1-2 haftaya düzelme görürsünüz. Eğer su rengi bulanık, yani ışık gemesine engel olmaya başlayan bir yeşil veya berrak bir sarı değilse o zaman başka sorun vardır. Onun da çözümü bulunur. 
onuruygun2014-09-21 16:51:50

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

EnatiopuSÇevrim Dışı

Özel Üye
Kayıt: 17/10/2006
İl: Antalya
Mesaj: 2009
EnatiopuSÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 22 Eylül 2014 11:14
Önce şunu belirteyim konuyu en başından beri okudum ;)

Açılan konuya olumlu olumsuz yorum yapan herkese diyorum ki; konu aslında çok güzel ve tartışılan şeyler çok faydalı! Burada bir sonuca varmak değil önemli olan paylaşımlardan herkesin kendine bir ders çıkarması yol belirlemesi, kendini geliştirmesi, araştırması ve öğrenmesi. Konu şuna döndü, sen haklısın, yok ben haklıyım. Bu üsluplar konuyu soğutuyor. Olması gereken birisi bir şey söyler diğeri bunu çürütür ve ya destekler ama bilimsel ve saygı çerçevesinde. Ben böyle yaptım ben böyle duydum, gördüm, ben yaptım oldu değil! Şu meşhur İsveçli bilimli adamları var ya herşeyi araştıran:), bir dönem derler çok su için çok faydalı, sonraki sene derler az için çoğu zararlı. Hep de aşırı bilimsel verilerle bunu kanıtlarlar. Sizlerden ricam güzel bir konuyu yıpratmayalım! Bu forumun eski bir takipçisi olarak katılımcılardan ricamdır.

 

Kimse demiyor ki bu yöntem hobinin kaderini değiştirecek, burada çıkan sonuca göre artık herkes dip çekmeyi bırakacak veya her gün dip çekecek! Kime ney mantıklı geliyorsa onu yapmaya devam edecek! :) Herkes yaptığı iş veya ilgi alanları (uzmanlığı) doğrultusunda bir şeyler yazmış, yazacakta. Bişeyler yarıştırmaya gerek yok kanımca.

 

 Konu ile ilgili şöyle bir soru ileteyim; cevapları umarım faydalı olacaktır.

Hep şu konuşuldu su kalitesinin balıklara etkisi. Balıkların içinde bulunduğu su sadece No3, Nh2, Nh3, kh, gh, ph den ibaret değil. Ölçe bildiğimiz değerler uygun diye bu sisteme onay vermek doğrumu? Ya ölçemediğimiz değerler? Sonuçta yaşayan bir sistem var, zaman içinde suda birçok değer azalacak birçoğu artacaktır, bunlar sadece balıklardan kaynaklı demek doğru değildir.  Bunların balıklar üzerinde uzun vadede etkisi ne gibi olacaktır. Su değişimleriyle bunu tolere edebilirmiyiz. Cevabı ‘’evet’’ de olsa bunlar hep deneme yanılma yöntemi ile deneyimlerin aktarılmasıyla cevaplandı. Konu ile ilgili, değişen su parametreleri ile ilgi bu sistemin balıklar üzerindeki etkisi ile ilgili yapılan yerli yabancı bir makale ve ya araştırma varmı? ( varsa gerçekten çok faydalı olacaktır.)

 

Diğer bir sorun veya sorum;

Balıklar için en önemli olan şey sabit bir standart ı tutturmak ve buna devam etmek ( devamlı su değişimi ve/veya devamlı su parametelerinde ki değişimler de bir standarttır ). Bu sistem sanki stabilitesi zor bir sistem gibi duruyor çünkü hedef yaşatılmak istenen şey mikro organizmalar. Herşey yolunda giderken istemediğimiz bişey oldu elektrik gitti uzun süre müdahale edemedik en basiti sıcaklık değişimi, buna bağlı oksijen değişimi, buna bağlı ph değişimi buna bağlı olan şeyleri uzatmak mümkün, birbirine bağlı olan ve etkileyen şey çok, balıkların bu değişime tepkisi? Şahsen bu su şartlarında uzun süre yaşamış bir balık da otopsi yapmayı çok isterdim ( küçük bir nakropsi bile yeter)

Su zaman içinde içerdiği elementlerden yoksun kalmayacakmıdır? Misal sadece ve devamlı olarak RO dan çıkan saf su içmek bir insan için ne kadar sağlıklıdır? Demek istediğim kısaca şu, ölçebildiğimiz ve istemediğimiz su parametreleri ’’0’’ çıkıyor, su çok berrak diye herşey yolundamı? Balıklarda uzun vadede böbreklerde, solungaç kapillerinde ( suda bulunan tortulardan dolayı, veya partiküllü sularda solungaçlardaki mukus miktarı artar, oksijen geçirgenliği, kandaki oksijen miktarı vs ne olur) yani bilimsel demogojiye gerek yok J balıklarda ne gibi bir etki yapar acaba? Doğadan örnek fotoğraflar eklemeyin açık sistem sonuçta.

 

Konu biraz hassas gittiği için açıklama ihtiyacı duyuyorum, amacım herhangi bir metodu haklı çıkarmak, diğerini yermek değil saygılı bilimsel tartışmanın keyfini çıkarmak, kimse üstüne alınması polemik yapmak isteyen kişiler lütfen muhattap olmasın.

 


Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

RüzgardegirmeniÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 12/04/2006
İl: Manisa
Mesaj: 5919
RüzgardegirmeniÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 22 Eylül 2014 12:33
Volkan Bey, kısaca kişisel tartışmalara değineyim ondan sonra sorularınıza elimden geldiğince cevap vereceğim. Biz hiçbir zaman için karşıt görüş belirten veyahut katılmayan kişilere diktatörlük edasıyla çıkışmadık. Şu an da ne size ne de karşıt görüş beyan eden başkasına yapmayacağımız gibi. Velhasıl mesele tavırdır, kişiler yapılanı değil kişiyi eleştirir ise orada sıkıntı başlar. Çok mühim değil ama konudaki tartışmanın diğer kutbundaki şahıs fikirleri nedeni ile değil tavırları nedeniyle bizi(yalnız beni değil, burada tanıdığım, tanımadığım birçok kişiyi) rahatsız etmiştir. Söylemleri hoş değildir ve nazik uyarılarımıza rağmen durumu sürdürmeyi tercih etmiş, ifadelerini yumuşatmamıştır. Asılsız ithamlar ise olayın başka bir boyutu...

Bu konuyu açarkenki amacım her yerde alenen önerilen ve değişmez gerçeklik olarak kabul edilen, nispeten tanrısallaştırılmış nispeten de kutsanmış olan bu vaziyeti eleştirmektir. Nükteli bir ifade dizisi kullanılmış, kimse ile alay edilme gayesi güdülmemiştir. Hiçbir zümre ya da taraf söz konusu olmadığı gibi sadece uygulayanlar ve uygulamayanlar olarak konuya katkıda bulunulmuştur. Kişisel amacım doğrultusunda kati suretle haklı çıkmak veyahut bir görüşü dikte etmek söz konusu değildir. Böyle anlaşıldıysa affola.

Balık olsun, insan olsun veya başka yaşayan bir organizmadan bahsedelim; esasında hepsi oldukça karmaşık biyolojik süreçler eşliğinde yaşamını sürdürüyor ve bizim henüz bildiklerimizin yüzdelik dilimde nereye tekabül ettiğini anlamlandırabilmek oldukça zor. Bu nedenle her iki tarafın da bildiklerini tartmak konusunda mütevazi olması gerekmektedir. 

Söylediklerinizin çoğuna katılıyorum. Şu an hobi genellikle ölçülebilen değerler üzerinden yorumlanıyor. Oysaki suda bunun yanında çok önemli işlev gören ara organik maddeler var. Evet oksijen, pH, redoks potansiyeli, organik madde miktarı ve sayıp sayamadığımız daha birçok parametre su yaşamında aktif rol oynuyor. Bunları yalın olarak ele aldığımızda sudaki etkilerini tahmin edebilmek daha kolay fakat ikili, üçlü ve hatta sonsuz sayıdaki kombinasyonlarındaki etkiyi bilebilmek, hesaplayabilmek imkansız. Lakin böyle bir hesap yapmamıza zaten gerek yok. O halde bilim çok ilerleyene kadar(kime göre neye göre ileri?) ölçemediğimiz parametreler için yas mı tutalım? Elbette hayır.

Sizin bahsettiğiniz gibi bilim adamları fırtınıda sallanan gemiler gibi bir o yana bir bu yana gidiyor. Tıp camiasında da oldukça fazla ekol ve çalışma var. Birbirine taban tabana zıt bir çalışmaya denk gelmemek yağmurda koşup ıslanmamayı ümit etmekle aynı olasılığa sahip. O halde doğru olan nedir? Doğru olan doğanın işleyişidir. İnsanların pozitif bilim adını verdikleri deneysellikle süslenen bilim dayanak ve hedeflenen doğrultusunda işlemektedir. Seçtiğiniz farklı dayanaklar ve gitmek istediğiniz farklı hedefler olduğunda sonuçlar değişebilir. Bu nedenle sanki labirentin çıkışı yokmuş gibi görünür. Fakat doğada her zaman bir çıkış vardır. 

Yine ilaç biliminden örneklendirecek olursak, bana göre ilaç bilimindeki en sığ görüş tek etken madde ile işleyişi değiştirmeye çalışmaktır. Bu aynı bitkiyi karanlık bir dolapta tutup sadece su vermeye benzer. Doğadaki ahenk ilaçlar içerisinde yoktur. Çünkü bu ahenk hesaplama ile oluşturulamaz. İster evrim denilsin, ister yaratılış ya da başka bir şey, bu ahenk bir şekilde var olmaya devam ediyor. 

Diyeceksiniz ki konumuzla ne alakası var bunların?  Bence çok bağdaşık ilişkiler var. Örneğin elimizde bir organik madde yumağı(ölü bir hayvan gibi atıktan bahsediyorum) var. Birkaç senaryo mümkün.

1- Açık havada bıraktık. Sonuç: Eğer tüketilmez ise çürüyecektir. Bu çürüme sonrası etrafa kötü kokular yayılabilir ve aslında besin döngüsü içerisinde nispeten kirlenmişlik yaratır. Patojenlerin sayısı artar ve özel silahı olmayan canlılar tarafından tüketilmesi sakıncalı olur. Tüketilmediklerinde hastalık yayarlar.

2- Suya bıraktık. Sonuç: Yine tüketilmediğinde hızlı bir kokuşma olacaktır. Üstelik yeterli nem olduğu için bozulma süreci oldukça hızlı olur. Burada da benzer senaryolar geçerli.

3-Toprağa(İçerisine) bıraktık. İşte doğadaki en akıllı dönüşüm merkezi budur. Maddelerin başlangıç noktasına dönmesinden bahsediyorum. Yani tam bir organik madde dönüşümü ancak toprakta vb. yerlerde karanlık fermantasyonun hakimiyetinde gerçekleşir. Karanlık fermantasyon haricindeki dönüşümler sadece maddelerin daha zararlı ya da daha az zararlı formlara dönüşümünü teşvik ederken karanlık fermantasyon H2S'yi hidrojen ve kükürte, NH3'ü azot ve hidrojene ayrıştıracaktır. Buradaki bahsettiklerim elbette sadece örnek olsun diye verilmiş olan ve bizim sıklıkla adından bahsettiklerimiz. Yoksa tabii ki oldukça fazla reaksiyon gerçekleşmekte. Başlangıç noktasına döndürülen elementlerin yanında birçok organik madde oluşmaktadır. Bunların popüler ve yüzde olarak en anlamlı olanları keşfedilmiş durumda. Bildiğiniz üzere humik ve fulvik asit bunlardan bazıları. 

Biz de tabanı bu şekilde organize ederek toprakta meydana gelen karanlık fermantasyon döngüsünü akvaryumlarımızda oluşturuyoruz. Aslında durum bu kadar basit. 

Elementlerden yoksun kalmamaları için zaten su değişimlerinin ve su ilavelerinin doğru olduğunu söylüyoruz. Konu "Su değiştirmeyin." şeklinde bir önerme içermiyor. Sistemin verimi ve sağladıkları sayesinde neredeyse hiç değiştirilmeden çok uzun süreler idare edilebildiğini bildiriyoruz. Yani aksi durumdaki sistemlerde bu kadar uzun süre idare edilemez iken bu sistemler bunu bize sağlıyor.

Yine karanlık fermantasyon neticesinde sudaki serbest organik madde miktarı dramatik olarak düşük olduğundan BOİ(Biyolojik Oksijen İhtiyacı) da düşük düzeyde kalmaktadır. Bu da sistemde balıklara düşen oksijen miktarını oldukça artıran bir hadisedir. BOİ ve hatta KOİ(Kimyasal Oksijen İhtiyacı) yüksek olması balıkları; bizim savunduğumuz sistem gibi fakat suyu durgun olan sistemlerden daha fazla oksijen açlığına sürüklemektedir. Bunu şuna benzetebiliriz, ormanlarda solunan hava daha yarayışlıdır ancak atmosferin durumu neticesiyle aslında yüzdesel oksijen miktarı hatırı sayılır oranda etkilenmemektedir. Buradaki asıl değişiklik havadaki kirlilik azalmasından kaynaklanmaktadır. 

Elektrik kesildiğinde her iki sistem için de problemli bir durum oluşuyor. Asıl bu gibi mahrumiyet durumlarında bizim sistemlerimiz gibi karanlık fermantasyona tabi sistemler daha uzun süre ayakta kalabilir. Diğer sistemler daha çabuk yenik düşecektir. Çünkü, bizim sistemlerimizde mikroaerofilik ve anaerobik mikroorganizmalar daha baskın olarak bulunuyor. Benzer şekilde bahsettiğiniz diğer parametrelerin değişimi iki sistemi de etkiler. Bizim demem sahiplenmemden ötürü değil, konuyu kolay anlatabilmek içindir.  Yoksa tabi sistem bizim geliştirdiğimiz bir şey değil.

Son olarak tecrübelerden örnek vermek gerekirse, bu sistemlerde oldukça fazla çeşitte balığı birden çok nesil şeklinde üretip yaşattık. Böyle kurduğumuz üretimhaneler var ve çok verim alıyoruz. Yapmak isteyen olursa tabii ki organlar için otopsi veya başka bir yöntem bilim izleyebilir. Lakin sağlık değerlendirmesi sadece laboratuar teknikleri ile yapılmaz. Hastanelerdeki yaklaşımlardan mıdır bilmiyorum ama nedense insanlarda kan vermeden bir şey anlaşılmayacağı veya bir tetkik yaptırmadan çözümlenemeyeceği imajı doğmuş. Benzer şekilde tahlilde bir şeyi çıkmazsa hiçbir şeyi olmadığını sananlar da var. Benim nezdimde fiziki değerlendirme daha kıymetlidir. Bir hayvanın hal ve hareketlerinden, biyolojik aktifliğinden dolayı sağlıklı olduğu gözlemini ediniyor isem laboratuarda açıp sadece bilinen denklemler üzerinden hesaplamalar yapmayı gerekli görmüyorum. Günümüzde ötelenmiş olsa da, karşılaştırmalı gözlem en önemli bilimsel metoddur. İnsanoğlu bugüne kadar karşılaştırmalı gözlem sayesinde gelmiştir. Nasıl ki bugün hala sineklerin aerodinamiği çözülmeye çalışılıp uçaklar geliştiriliyorsa, zamanında yusufçuğun hareketlerinden esinlenerek helikopter yapıldıysa bu da ona benziyor. 




Rüzgardegirmeni2014-09-22 12:56:19

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

ringoÇevrim Dışı

Özel Üye
[B]9364,1[/B] [B]8772,2[/B]
Kayıt: 25/01/2008
İl: Istanbul
Mesaj: 1288
ringoÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 22 Eylül 2014 18:43
Ben de konuya bazı katkılarda bulunmak istiyordum. Ancak neresinden başlasam nasıl toparlasam diye düşünüyordum, bir üstte Onur beyin yazdıkları konuyu iyi bir noktaya getirmiş, ben de buradan başlayarak birşeyler yazmaya başlayayım istedim. Onur bey aslında o kadar güzelce izah etmiş ki ancak bazı soru işaretlerini kaldırma bakımından belki biraz görsel uygun olabilir. Bunun yanında makro düzeyde bazı şeylerde yazmayı düşünüyorum ancak zaman darlığından muhtemelen parça parça olacak, süreç içerisinde bu mesaj üzerine ekleme yapmak en mantıklısı olacak gibi.
Laptopu açmayı başarabilirsen daha eski fotoları da bulup, bitkilerin cücük hallerini çok daha gür hallerini çeşitli uygulamaları da paylaşmak suretiyle  birşeyler söylemeye çalışışacağım. Şimdilik bazı fotoğraflar ekliyorum.

[URL=#][URL=#][URL=#]</a></a></a>
[URL=#][URL=#][URL=#]</a></a></a>
[URL=#][URL=#][URL=#]</a></a></a>
</br>
[URL=#][URL=#][URL=#]</a></a></a>
[URL=#][URL=#][URL=#]</a></a></a>
[URL=#][URL=#][URL=#]</a></a></a>




İlk iki sıradaki fotoğraf, çok yakın bir dostumun Çatalcadaki çiftliğinden cep telefonu ile çektiğim görüntülerdir. Gördüğünüz süs havuzuna 3-4 yıl kadar önce çiftliğin bahçıvanı Ahmet amca bir kaç japon balığı atmış. Süs havuzu fazla büyük değil, derinliği de toplamda olsa olsa 90cm falan ancak su yüksekliği bazen 30cm bazen 60cm kimi zamanlarda neredeyse 20cm lere düşebilmekte. Herhangi bir filtrasyon mevcut olmadığı gibi, taban toz toprak ağaçyaprağı vesair sebeplerle bir çamur tabakasıyla kaplı. Bakım sıfır hiç yok yani, dönem dönem yağmur yağmasa neredeyse havuz kuruyacak kadar ilgisiz, bazen ben gidiyorum da zaman zaman tembihleyip kuyudan kısmen su bastırıyorum. Sahibinin öyle balık vesaire ile pek işi yok yani. Bir ara havuzu temizletecekti tabi bişeyler anlatıp yaptırtmadım. 
Havuzun içinde sayılamayacak kadar çok balık var, ben minimumunu söylüyorum en az 300-500 balık var ve senelerdir yaşıyorlar ve her biri el kadar. Şimdi iki üç tane japon balığı bu kadar üreyip bu şartlar altında nasıl yaşıyorlar, aynı japon balığını akvaryumda bakan kimi hobici arkadaşlarımız çok temiz dedikleri su şartlarında hepimizin şahit olduğu üzere bu balıkları bazen nasıl da öldürebiliyorlar  değilmi.
Başka örnek, şehir dışında sulak alanların çevresinde küçücük göletler oluşmaktadır, yine birçoğumuz şahit olmuşuzdur ki avcılar o göletlerden koskocaman sazan vesair balıkları yakalamaktadırlar.

Eklediğim gölet ile veya doğal şartlarla oluşan bir gölet ile akvaryumun ne farkı var. Aslında hiçbir fark yok hatta akvaryum ortamında ektra su hareketi ve extra oksijeni biz filtrelerle sağlarız.

Diğer taraftan, örneklediğim gölet çeşitleri doğal ortam kabul etsek ne diyebiliriz. Taban kısmın işlev ve öneminden Onur bey zaten bahsetti, suyun üst kısmında ne gibi bir fark var. Doğada su h2o olarak buharlaşıyor da akvaryum ortamında farklı bir şekilde mi buharlaşıyor.

Örneklenen göletlerde tek olup biten şu, su biraz h2o olarak buharlaşıyor ve tekrar h2o yağmur olarak geri dönüyor (burada da bazı incelikler var tabi, temel söylemek istediklerimizi bir anlatalım belki sonra değinilir). Tabii o kadar da basit değil. Yani denilebilirki madem bu kadar kusursuz işleyen bir durum var o zaman neden o sularda mesela bir dikus yok. İşte bu noktada incelikler ve farklılıklar önem kazanmaya başlıyor.

Birkaç önemli fark var, biri bu tür ortamlara dışarıdan bizim akvaryuma attığımız gibi nispeten yüksek miktarlarda yem girmiyor, diğer bir husus ise o ortamlarda bizim akvaryumlarımıza göre balık başına düşen su kütlesi daha fazlaca oluyor.

Kısacası su hacmini fazla tutup, balık sayısını nispeten sınırlı tuttuğumuzda ve bunlara bağlı olarak dışarıdan eklenen yem vesaire gibi organik yükü az tuttuğumuzda akvaryum ortam ile doğal ortam arasında işleyiş bakımından hiçbir fark kalmaz. Akvaryumun bizatihi kendisi doğal ortam olmuş olur ve içerisinde doğal bir işleyiş başlar. Tabi doğal işleyişin bir iş yapma kapasitesi var, bütün mesele bu kapasitenin ne kadar üzerine çıkıyoruz.

Doğal ortam iş yapma kapasitesinin ne kadar üzerine çıkılırsa her akvaryumunun işletim tarzı farklılaşır.
Mesela akvaryumcuların yaptığı gibi, 50lt akvaryuma 50 balık koyarsanız, doğal işleyiş tarzının çok üzerine çıkmışsınız demektir, o takdirde ne yapılır, hergün su değiştirilir, tabanı karıştırıp nispeten bir katkı sağlayacak bir sistemi bozsanız da bozmasanız da bir şey fark etmez, siz yeterki hergün büyük kütlelerde su değiştirin bir şekilde balıkları hayatta tutarsınız.

Doğal işleyiş kapasitesinin az bir şey üstüne çıktığınızda, akvaryuma ekleyeceğimiz yem gibi organik yükler vesaire, nispeten doğal işleyiş tarafından sorun olmaktan çıkarıldığından, haftada bir vesair gibi sürelerde su değişimi durumu kurtarabilmektedir. Bu noktada su değiştirirken, ben doğal işleyiş formunu bozacağım bunun katkısından yararlanmak istemiyorum deyip tabandaki doğal işleyişi bozmayı da tercih edebilirsiniz. Bu takdirde sadece biraz daha sık ve fazlaca su değişimi durumu kurtarır hale gelir. Hatta daha da ileri gidilerek, doğal işleyişten daha az yararlanılmak istenirse, doğal işleyişin bir kolu olan, filtrelerdeki biyolojik döngü de hergün filtre temizliği suretiyle imha edilebilinir. Bu takdirde zararlı atıkların etkilerinden kurtulabilmek için daha da fazla miktarlarda daha sık aralıklarla su değiştirilmesi yeterlidir.

Bütün bunların yanında, tamamen doğal işleyiş kapasitesi sınırları içerisinde kalarak, yani uygun hacimde çok az balık sayısı ile ve yem kullanmayarak hiç su değişimi yapmadan ve sadece buharlaşan suyu SAF SU ile takviye ederek akvaryum idame ettirebilmek de mümkündür. Doğada böyle oluyor akvaryumda neden olmasın ki.

Kısacası akvaryum ortamında kendiliğinden bir doğal işleyişi kullanmak mümkün olduğu gibi, doğal işleyişten yararlanmadan yine doğal işleyişin bir ürünü olan bir su ile, akvaryumdaki suyunuzu değiştirmek suretiyle uygulamada bulunabilmek mümkün.     

Sanki arada sadece su israfı farkı varmış gibi yazmış olsam da, doğal işleyişin tam anlamıyla kullanıldığı akvaryumlar, diğerlerine nazaran her bakımdan avantajlıdır. Mesela doğal işleyiş iş yapma kapasitesine ne kadar yakın durursanız, akvaryuma o kadar az ilgi göstermeniz yeterli olur, bu kapasite kullanıldığı takdirde su değerleri bozulma süresi uzar, su değişimlerinde diğer tür akvaryumlara göre su kimyası değişim farklılaşması çok daha az olur (bu hususlar canlıları önemli derecelerde etkileyen hususlardır). Tabandaki kimyasal süreçler nedeniyle (belki bilim adamlarının tamamen izah edemediği budur, yoksa suyun içinde ne var ne yok emin olun çok iyi biliyorlar ve bize bilmemiz gerekenleri izah etmişler ileride değinecem ) eklediğiniz sudaki bir takım olumsuz parametreler çöktürülme veya benzeri süreçlerle imha edilir, buradaki kimyasal süreçler nedeniyle çeşitli ph tamponları oluşur ve stabil bir ph ınız olur, diğer taraftan biyolojik aktivite ve onun yararlı canlıları veya çeşitli mikro organizmalar tam kapasite çalışır. Zararlı organizmaların gelişimi engellenir vesaire. Bitkili akvaryumlarda ise bitki kökleri tabanda olduğundan ve tabandan beslenen bitkileriniz bulunduğunda tüm bu hususlar hızlı ve sağlıklı gelişimi için çok çok daha fazla önem arzedebilir.

Aslında tabanda olup biten hususları tam olarak bilmeye ve anlamaya gerek de yoktur. Doğada bizim akvaryumlarda baktığımız balıklar veya bitkiler nasıl sularda yaşıyor, bu suların işleyiş tarzı nedir bilirsek gerisini anlamaya bile gerek kalmamaktadır.

Tabii bu arada şuna da değinmek lazım. Doğal işleyişin bir iş yapma kapasitesi olduğunu belirtmiştim ancak bu kapasitenin ne kadar kullanılıp kullanılmadığı da önemlidir. Mesela bir ortamdaki doğal işleyiş tam kapasite kullanılıp iş yapmaya zorlanırken başka bir ortamda daha az iş yaparak görevini yerine getiriyor olabilir.
Her duruma göre de oralarda yaşayan canlılar farklılaşabilmektedir ve bu durumlara göre bizim bazen su canlılarında kullandığımız, su değerleri ve veya tuzluluğa toleransı veya balığın adapte olabilme yeteneği gibi hususlar önem kazanmaktadır.

Üstteki iki paragrafı şöyle bir örnekle toparlayayım.
Mesela bütün dünyayı sadece Sapanca gölünden ibaret olduğunu farz edelim. Bu takdirde yukarıdaki gölet örneğinde olduğu gibi biraz su buharlaşacak ve geri yağacak ve ancak bütün doğal işleyiş mekanizması suda ve suyun tabanında gerçekleşecektir. Bu gölün belli bir tuzluluğu olduğunu ve içindeki yaşam dolayısıyla doğal işleyiş iş yapma mekanizmasının tam olarak kullanıldığını farz edilim.
Bu mekanizma bir döngü oluşturmaya çalışırken, onu şuna şunu buna dönüştürürken bir sürü ürünler üretmekte (mesela diyelim metan gazı oluşuyor) ancak içindeki canlılar bu su değerlerine göre yaratılıp evrimleştiği ve bu değerleri tolere edebildiği için bu durumdan en ufak bir olumsuzluk hissetmeyeceklerdir.
Ancak örneği biraz genişletirsek, mesela bütün bir dünyayı Sapanca gölü ve karşısında bulunan bir dağ ve onun tepesindeki küçük bir gölden ibaret varsayarsak, bu takdirde süreç biraz şöyle işlemeye başlar.
Gölden kalkan su buharı dağın tepesine yağar, fazlalık su da taşarak aşağıya tekrar göle geri döner.
Bu takdirde, Sapanca gölündeki tuzlar veya organik ürünler vesire bu göldeki kalmaya devam etmekte ancak buharlaşan saf su, yukarıdaki dağın tepesindeki göle bir takım çözünmüş gazları ihmal edersek saf su h2o olarak yağacak, oradaki toprakla birleşecek mesela içine de biraz ağaç yaprağı vesaire düşecek ve çürüyecek vesair olan bir durum ortaya çıkacaktır.
Tabii dolayısıyla yukarıdaki gölün tuzluluğu, iletkenliği daha az olacak ve yağış miktarının fazlalığına göre ve bu yukarıdaki gölün içinde yaşayan canlıların miktar ve yoğunluğuna göre de, o gölün tabanında da bulunan doğal işleyiş mekanizmasına fazla iş düşmeyecektir. Çünkü devamlı surette yağan yağmur devamlı taşmakta ve su tekrar aşağı göle taşınmaktadır. Dolayısıyla bu gölün içinde yaşayan canlılar da bu göl şartlarına göre evrimleşecek, tolere yetenekleri, adapte olabilme yetenekleri çok daha farklı olacaktır.

Benzeştirme yaparsak, japon balıkları örnekteki Sapanca gölünde yaşamakta, discus gibi balıklar ise tepedeki gölde yaşamaktadırlar diyebiliriz.

Kısacası iki gölün ortak noktası ikisinde tabanında da bir doğal işleyiş mekanizmasının bulunması, ancak birinde doğal işleyiş mekanizmasının tam olarak çalıştırılmakta iken diğerinde bunun tam olarak çalıştırılmamaktadır.

Bu mekanizma çalışırken bir sürü yan ürünler üretmektedir. Bazen biz bunlara aman çok zehirli h2s ürer vesaire şeklinde bilgi olarak rastlarız. Esasen doğal işleyiş mekanizmasının yarattığı tüm ürünler yararlıdır. Bütün mesele doğal işleyiş mekanizması çalışırken, bakmak istediğimiz canlının, doğal ortamında, doğal işleyiş mekanizması ürünleri ile ne derecede haşır neşir olduğudur. Yani o işleyiş kapasitesinin ne kadarının çalıştırılıp çalıştırılmadığıdır.

Kısacası ister balık ister bitki olsun, doğal işleyişin tüm ürünlerine ihtiyaç duyar. Ancak doğal işleyiş iş yapma kapasitesi baktığınız canlının doğal ortamından fazla çalıştırılsa olumsuzluklar gözlemlenmeye başlanır. Balık, bitki veya başka bir canlı olsun durum değişmez.

İster discus tankı olsun, ister bitki akvaryumu olsun, doğal işleyiş mekanizması çalışırken veya ürünlerini kullanırken, eklediğimiz veya üreyen canlı popülasyonu yoğunluğu nedeniyle, doğal işleyiş mekanizması, o canlıların doğal ortamına göre fazla iş yapmaya zorlanır ve yan ürünler ihtiyaca göre fazlalaşır. Biz de aslında bu fazla iş yapma potansiyelini ortadan kaldırmak için su değiştiririz. Dolayısıyla mekanizma yükü azalarak diğer ürün miktarları azalır. Kısacası aslında su değiştirerek sadece akvaryumun hacmini artırmış oluruz.

Tabii burada bahsedilen tam bir döngünün isabetle kullanılması ve doğal ortamda olduğu gibi doğal işleyin tüm ürünlerinden yararlanılması hususudur. Yani bazen bahsedildiği gibi su değişiminin nitratı akvaryumdan uzaklaştırmak olduğundan bahsetmiyorum. Bu takdirde yarım bir döngü söz konusu olur, ve doğal işleyişin tüm ürünlerinden yararlanmak mümkün olmaz. Halbuki bakılan canlı doğal ortamında belli bir iş kapasitesi altında bu ürünleri kullanmakta karşılaşmakta veya yararlanmaktadır. Çok dağılacak biraz bağlamaya çalışayım.

Kısacası demiş oluyorum ki, akvaryumdaki tabanı karıştırmaz ve sadece su değiştirirsek, ancak o zaman canlıların doğal ortamını taklit etme şansımız olur. Doğal ortamı taklit ettiğimizde ise o canlının en sağlıklı şekilde yaşayacağından emin olabiliriz.   

Tabanda işleyen mekanizma öyle kolayca oluşup işleyebilen bir mekanizma değil. Çoğu akvaristin akvaryumun veya suyun oturması dediği husus sadece filtredeki biyolojik filtrasyonun başlamasından ibaret olmayıp esasen bu tabandaki mekanizmanın iş görmeye başlamasından ibarettir. Bazen 6 ay 1 sene gibi süreçlerde akvaryumun oturduğunu problemlerin ortadan kalktığını hemen her akvarist zaman zaman yazmaktadır. Tabanda kumun veya toprağın altında bir süreç olduğu noktasında herhalde herkes az çok bir bilgi sahibidir ve bilim adamları bunu çeşitli şekillerde izah ediyorlar.  Şimdi, burada yani tabanda bir süreç varsa ve bu doğada da işliyorsa akvaryumda neden işlemesin ki. 
Tabanı karıştırarak dip çekimi yapmak bana göre bir tercih meselesi değildir. Konuyu başlatan Onur bey,  her ne kadar başlangıçta nezaketen olmazsa olmaz değildir diyerek sanki öyle de böyle de yapılabilir diyor gibi anlaşılabilse de, sonraki mesajları ve uygulamalarına dikkat ettiğimizde bunu kesinlikle tavsiye etmediğini anlamak mümkün. Nasıl ki filtredeki biyolojik çevrimi bozmamak adına, sık filtre temizliği yapmıyorsak aynı şekilde tabandaki işleyişi bozmamak adına tabanı karıştırmak anlamına gelecek bir şekilde dip çekimi gibi bir husus da esasen seçimlik bir husus değildir ve kesinlikle yapılmaması gerekir. Ancak diğer yandan yukarıda da değindiğim gibi hergün filtre temizliği yapabilmekte mümkündür ancak doğru mudur işte orasını tartışmış oluyoruz. 

Ben yıllardır dip çekimi yapmıyorum, yine bu konuda böyle uygulamada bulunan arkadaşlar çeşitli izlenimlerini paylaşmışlar.  Buna rağmen konuya şüpheyle yaklaşan arkaşlarımızın bulunması olağan bir durum olabilir. Fakat bu arkadaşların bu konuda aksi yönde görüş bildiren tavsiyede bulunan arkadaşlarımızın öncelikle iyi niyetlerinden şüphelerinin bulunmaması gerekir. Burada tavsiyede bulunan bir arkadaşımız hatalı bir uygulama ile hobici arkadaşlarımızın balıklarının ölmesini ister mi? Riskli olabilecek bir yöntemi gönül rahatlığı ile burada herkese tavsiye eder mi. 
Biz dip çekmiyoruz şeklinde bir sürü örnekle ve bilimsel açıklama ile konu esasen çok net şekilde ortaya konmuş olmasına rağmen, kimi arkadaşlar sanki burada bilgi veren arkadaşları yalancı çıkarırcasına bir yaklaşımla aksi yönde ve sanki inadına bir yaklaşımla paylaşımda bulunması rahatsız edici oluyor. Kimi silinmiş mesajları da hatırlayınca konuyu başlatan Onur beye de bol bol sabırlar diliyorum ve olağan üstü bir sabırla bu tür mesajları karşılayıp düzgün bir üslup ile karşılaması da her takdirin üzerindedir. 

Dip çekimi yapılmazsa akvaryum pis olur, kötü görünür diye bir durumun söz konusu olmadığını geçmiş sayfalarda arkadaşlarımız defalarca belirtmiş olmalarına rağmen, başka arkadaşlarımızın aksi yönde itirazda bulunması esasen anlaşılır birşey değil. Necaset, kirlilik, bulanıklık vesair kavramlar arasındaki farkın ne olduğu bile esasen konuda izah edilmiş.  Akvaryumun bütünündeki dengeyi tam bilmesekte tabandaki mikro organizmalardan, bakterilerine oradan salyangozlarına oradan makro canlılarına kadar, suyun içinde olağan üstü bir denge, etkileşim ve balans mekanizması kurulduğunu ve çalıştığını bilmemiz gerek. Zor kurulan bir dengeyi bozmak anlamına gelecek dip çekiminin tavsiye edilmemesinin temel sebebi budur. Kurulum ve başlangıç aşamasında bütün akvaryumlarda, balık hastalığı ve ölümlerinin yaşandığını bu formu az çok takip eden her arkadaş rahatlıkla gözlemleyebileceği gibi, yine kendince temizlik yapıyorum düşüncesi ile akvaryuma fazla müdahale eden, akvaryumu tertemiz yaptım diyen hobicilerin de aynı sorunlarla karşılaştığını konuları takip eden hobiciler çok net bir şekilde görmüşlerdir. Bunun aksine akvaryumdan sıkılan, akvaryuma ilgilerini azaltan hobicilerin balıklarını ne kadar sağlıkla yaşattıklarını ifade eden paylaşımlarına da hemen herkes rastlamıştır. Bunun sebebi doğadaki olağanüstü işleyiş dengesinin kendiliğinden kullanılıyor oluşundan başka birşey değil.

Dip çekilmezse akvaryum bulanık olur mu, olmuyor..
Kirli olur mu, olmuyor....
pis gözükür mü, gözükmüyor....
bitkiler az mı büyür, yok tam tersine fazla büyüyor..
çok tortu olurmu, şartlara bağlı.... uygun sayıda canlınız olur ve az yemleme yaparsanız ve uygun bir filtreniz varsa hemen hemen hiç tortu olmaz, az bişey torprakımsı bir yapı oluşur bu da kumun arasında kaybolur gider, sudan ağırdır yani dipte kalır ve bulanıklık oluşturmaz.

Dip çekimsiz bitkili akvaryum olur mu, tam tersine dip çekimli bitkili akvaryum hiç olmaz. 
Bir kere high tech bir bikili akvaryumda şartlar doğru noktada birleştiğinde ve bu noktadan sonra doğru uygulama yapıldığında bitkiler o kadar hızlı büyür ve nispeten kısa sürede akvaryumu kaplar ki tabana ulaşıp dip çekimi yapabilmek olanaksız hale gelir. Henüz, bu kadar basit bir fiziki şartı bile öngörememiş bir hobicinin sırf muhalefet mantığı ile aksi görüş bildirerek yok efendim fotoğraf koyun demesi anlaşılabilir bir şey değil. Kaldı ki konuda bir sürü fotoğraf da mevcut. 

Bitkili akvaryuma başladığınızda ilk başta bitkilerin büyümesini istiyorsunuz, bir süre sonra bazı şeyleri doğru yaptığınızda akvaryum bitki kaplanıyor, sonra ise bitkilerin büyümesinden ve budamadan sıkılır hale geliyorsunuz ve bitkilerin büyümemesini istiyorsunuz dolayısıyla ihmaller başlıyor. Ben fotoğrafını eklediğim akvaryumda, bırakın dip çekimi yapmayı, aylarca su değişmediğim de oluyor, tabi bu arada biraz bitkiler geriliyor (bitki popülasyonu normale göre fazla olduğundan) vesaire ancak, gerileyen bitkiler biraz eridiğinde bir yere kaybolmuyor aslında, yani esasen akvaryumda bulunuyorlar, bunun gibi akvaryumdaki sudaki hiçbir şey hiçbiryere kaybolmuyor yani gübreleme gerçekten ince bir iş. Anlayacağınız üzere hemen hemen hiç gübre kullanmıyorum diyebilirim, tabii yemleme de çok sınırlı.

Yukarıda ekli son fotoğraf, üstündeki iki fotoğraftan daha eski bir tarihe ait. Dikkatle bakılırsa oradaki subulataların sıklığını net bir şekilde görmek mümkün. Dip çekimi yapılmış bir akvaryumda öyle subulata üretebilen varsa bütün yazdıklarımı geri alıp aksi görüş bildiren arkadaşlardan özür dileyeceğim. Fotoğrafta çok net görülemiyor ancak o subulataların içi toprakımsı bir tortu ile dolu aslında ve o bitkilerin tabanından dip çekimi yapabilmek olanaksız, bırakın oraya hortum sokmayı, bir konu açmıştım, oradada değinmiştim, subalataların arasında küçük bir plati sıkışmış ve zar zor sıkıştığı yerden çıkmıştı.  Üstten üçüncü sıradaki fotoğrafı bu konu için cep telefonu ile çektim, dip çekimini orada nasıl yapacaksınız, aksi görüş bildiren arkadaşlar bir düşünsün diye. 

Tabanda toprak veya kum olması esasen pek bir şey değiştirmiyor. Yani  bitki sökmeye kalktığınızda değişen bir durum yok. Kısacası akvaryum biraz dağılmak durumunda. Oturmuş akvaryumlarda tabana başlangıçta toprak koymamış olsanız da, uzun bir süreç sonunda o toprakımsı yapı orada oluyor zaten. 
Ben subulatalardan sıkılınca bir sökeyim dedim. Baktım basitçe gelmiyor, orta bölgeden topluca tutup kaldırınca, taban irice kuartz kum olmasına rağmen, rulo çimlerde olduğu gibi, cama kadar topluca bitki ile birlikte kalktı. Yani tamamen tabanda cam gözüktü. Kum tamamen bitki ile birlikte kalkıyor.  Ön taraf gerçi biraz kum olarak alçaktı. Kısacası sağlıklı bir kök sistemi oluşunca bitki sökmek kolay iş değil. Kum yada toprak fark etmiyor. İkisinde de kısa süreli bulanma söz konusu olmak zorunda, ancak kısa sürelerde de tekrar oturuyor. Kaldırdığım bölge son fotonun üstündeki fotolardan belli oluyor, her yazdığımızı fotoğrafla ispatlıyoruz ya ondan değineyim dedim. 

Daha eski fotolarda görülen limonpillalar da benzer bir durum oldu. İlk başta büyüyünce kesip dikiyordum bir iki derken fazla fazlalaştı, hızlı büyüyüp ışığı kesiyordu, üç beş derken kesip atmaya daha sonra söküp atmaya başladım. Bir gün eski kökler vesair baya çıkarayım dedim, öyle bir kök yapısı beklemiyordum, incecik dallar öyle kök yapsın, arka tarafdaki kumun tabanını kök tamamen dolamış neredeyse, tabi dağıtıp çıkardım. Bitkileri çıkarırken hepsini tamamen kıyıp atamadığım için ince bir dal genelde bir kenarda bırakıyordum. Sonra şöyle bir gözlemim oluşmaya başladı. Ne zaman ki bir bitki türünü aşırı derecede küçültürsem ve o arada diğerleri de biraz daha fazla büyürse, o eski çoşan bitki bir bakıyorsunuz artık gelişmiyor veya çok yavaşlıyor. 

Üstteki son fotoda üst tarafta yer alan maydonoz yaprağına benzeyen bitkide de benzer şey oldu. 15-30 gün süreler içerisinde bütün üstü kaplayan bitkiden defalarca poşet poşet bitki budadım, sonra bir gün canımı sıktı, küçük bir iki dal parçası bırakacak şekilde bitkiyi budadım veya çıkardım, o arada diğerleri de biraz fazla gelişti bir baktım kısa süreler içerisinde 3 e 5e 10a katlanan bitki büyümüyor. Ancak diğer bitkiler bu arada belli ritimde büyümeye de devam ediyorlar. 

Aynı şey micralarda da oldu. Ritmini yakalayıp büyümeye başladığında hızlı büyüyen bir bitki diyebiliriz. Bir iki üç beş buduyorsunuz, budarken yani ben makasla ortadan keserken o küçücük yapraklardan yüzlercesi suda yüzer hale geliyor. Sonra da sinir oluyorsunuz tabii. Bir gün tamamını çıkardım, suyun üstünde bir kaç dal kaldı. Sonra bir baktım o da büyümeyi sınırlandırmış,  gerçi üstte pek sağlıksız olarak çoğaldı ancak uzun zaman aldı. Normal durum devam etmiş olsa kısa sürede çoğalmasını bekliyordum. Orta sırada yer alan fotolarda suyun üstünde gözüken bitki aslında micra. 

Sonuçta olayı şuna bağladım, bitkiler arasında bir iletişim veya bir etkileşim var ve küçücük bir akvaryumda biraz da su değişimini az yaptığınızda, normalde orada bulunamayacak kadar bir bitki popülasyonuna baktığınız için aşırı çoğalan türler diğerlerini baskılayabiliyor. Burası tabii biraz benim şahsi yorumum oldu bu konuda bir bilgi okumadım. Ancak böyle düşünmemin bir çok sebebi var. 

Sudaki organik veya inorganik tüm yapılar arasındaki dengeyi etkileşimi okudukça yukarıda yazdığım şeyin öyle olmaması da biraz zor gibi. Düşünün fosfatla nitrat arasında bir etkileşim var, karbonla azot arasında dengeler var, fosfatla demir arasında etkileşim ve dengeler var. Tabanda oluşacak organik atıların birbirleriyle dengeleri var, çeşitli metalleri kullanılabilir hale getirmek için şelat yapma olayı var. Kısacası direkt olarak direk kimyasalların birbirleriyle otomatik etkileşimi yanında çeşitli mikroorganizmaların üretim ve dönüştürmeleri sebebiyle birsürü biyolojik ve kimyasal süreçler var.
Kısacası herşey herşeyle etkileşim dönüşüm ve bir denge içerisinde ve dönüşüm ve dengelerin önemli bir bölümü tabanda gerçekleşiyor aslında ve süreç sürekli bir canlanış ve ölümün bir döngüsü aslında.

Zamanında benim de hatalı düşündüğüm gibi kimi arkadaşlar akvaryuma yem atığında bunu dönüştürmenin çok zor olduğunu düşünüyorlar. Aslında bilim adamları bunun nasıl olduğunu çok zaman öncelerden beri açıklamışlar da benim gibi cahiller ve benim gibi en son biyoloji dersini 25 yıl önce görmüş ve biyoloji dersinden hiç haz etmemiş kimseler bilim adamlarına çamur atmak suretiyle durumu kurtarmaya çalışmışız. 

Doğal ortamla akvaryum ortamının hiçbir farkının olmadığını yazmıştım. Sanki biz akvaryuma pet şişe atıyoruz da, akvaryuma hadi bakalım bunu dönüştür diyoruz.  Organik bir atığı doğanın dönüştürmesi esasen kolaylakla olabilen birşey, tabi organik yük miktarının önemine yukarıda değinmiştim. 
Geçen yine bir belgeselde izledim, Afrikanın düzlüklerinde kurak mevsim başladığında koca göl ve göletler kurumaya başlıyor, su aygırları ve timsahların da yaşadığı ve gittikçe ufalan göletlerde, balıkların yanında, su aygırları birde dışarıda otlayıp otlayıp pisliklerine suyun içine yapıyor, su kütlesi gittikçe ufalıyor ve sonunda kuruyor, bir bakıyorsunuz ta ki tamamen kuruma aşamasına gelmiş göletin dibindeki tüm balıklar yaşıyor, su kalmadığı için adeta karada zıplıyorlar. 

Bizim akvaryumlarımızda organik yapıların dönüşümü biraz şöyle oluyor, akvaryuma yemi attığımızda balık bunu yiyor ve sindiriyor, birinci dönüşüm aşaması burada başlamış oluyor zaten, veya kullanılmayan yem veya çürüyen bir bitki olursa bu aşama atlanıp iş direk mikro organizmalara kalıyor. Bu organizmaların bazısı oksijenli bazıları oksijensiz ortamda iş yapıyorlar. Yani aslında çoğu iş tabanın üst kısmı ve tabanın alt kısmında yapılıyor. Tabii organik yapılar bir anda elementlerine kadar ayrışmıyor. Çürüme işlemi başlayınca hatırladığım kadarıyla (buralar temelde doğru olsa da biraz eksiklik veya hatalı bir ifade içerebilir bu yaştan sonra bu kadarını tam olarak öğrenmeye üşendiğim için) organik yapılar parçalanarak yağlar vitaminler aminoasitler enzimler hormonlar vesaire oluşuyor. Tabi bunlar ve oluşum şartları bitkili akvaryumlar için özel avantajlar da oluşturuyor. Bitkili balıksız akvaryumlarda sadece inorganik bazı gübreler eklendiğinden bu özel bir avantaj oluyor. Kısacası organik tarım yapmış gibi olunmuş oluyor. Nihayetinde elementlerine kadar ayrıştıran bir süreç özellikle tabanda işliyor. Organik denilen yapıların temel elementleri karbon hidrojen oksijen, yine bu yapılar bünyelerinde bitkicilerin sık sık adını duydukları azot fosfor patasyum ca mg kükürt sodyum ..... ve micro element denilen elementler bulunuyor ve bunların herbirinin kendine ait bir döngüsü bulunuyor. 
Atıyorum karbonunuz co2 olur ch4 olur atıyorum birazı karbonat olur isterse azotla birleşir siyanür olur, bunu dengeli bir sistem  oluşturduğumuzda dert etmemize gerek kalmaz, o takdirde olması gerekne ne ise o olmuş olur zaten. Azotumuz amonyak olur, kullanılır bitki olur nitrat olur olabilirse nihayetinde nitrojen olur gibi, kimi ürünler kabuk yapar salyangoz olur, kimi son ürün birşeyle tepkime yapıp suda çözünmez bir bileşik olur, kimisi bitki besini olur budama ile akvaryumdan çıkar, kimisi balık metabolizmasına alınır et olur, sülfatınız hs olur h2s olur h2s04 olur kükürt olur, kimi asitler sayesinde ağır metaller şelatlanır bitkiler açısından kullanılabilir hale gelir vesaire. Kısacası kimileri gaz olur uçar gider ancak bazıları açısından durum daha fazla özellik arzeder. Kısacası organik yapılar inorganik yapıya, inorganik yapılar organik yapıya dönüşüp dönüşüp duran devamlı yaşayan ve ölen bir sistem işler durur.

Bir suda organik bir kirliliğin olup olmadığını attığınız yem atıyorum kalsiyum içerse, kalsiyumu ölçerek anlamak mümkün olmaz. Organik bir kirlilik varsa bu nitrat ve fosfata yansır, fosfat aslında nitrat kadar önemli olup takip edilmesi gerekir.  Biz suyumuzda nitrat ve fosfatı uygun ölçülerde tutacak kadar balık besler ve yem atarsak veya bu değerleri tavsiye edilen değerler düzeyinde tutacak seviyede su değiştirirsek, tabanda bir karış tortu olmasının hiçbir mahsuru olmaz. Ancak tortu yapacam deyip çeştili bitkileri akvaryumda çürütüp, üstüne fazla balık fazla yem vesair kullanılınca, kısa sürede bu değerleriniz artar, ondan sonra kabahati tortuya bağlamak doğru olmaz. Kısacası kullanılabilir bir suyumuz mu var, akvaryumdaki su balıklar için organik açıdan uygun mu sadece bu iki değer bunu anlayabilmek için bize yetmektedir. Tabi diğer taraftan suyun içindeki organik olmayan formlar yani suyun diğer kimyası da çok önemlidir. Bilim adamları bize bu hususta yol göstermek için kh ve gh diye iki kavram uydurmuşlar. 
Akvaryumda bu değerlere dikkat ettiğimiz sürece çok çok özel durumlar olmadığı sürece bütün tür akvaryumlar başarı ile yönetilebilir. Tabii ph iletkenlik ve tuzluluk olaylarını da bilmek gerek.

Değişim dönüşüm ara ürün süreçleri tabanda ve özellikle oksijensiz ortamda yönetildiğinden tabanı karıştırmak buradaki oluşacak süreci bir şekilde sekteye uğratmak biraz şuna benzer, azotun amonyum/amonyak formundan nitrat formuna kadar geçecek olan süreci, bu süreci oluşturacak şartları arada keseyim ve bunun yerine amonyak ,amonyak olarak kalsın nitrata dönüşmesin demek gibi olur. Tabanda da işleyen bir süreç olduğu kesin olduğuna göre, dönüşüme girecek olan birşeyleri tam dönüştürmeden akvaryumda bulundurmak ve sadece su değişimleri ile bunu ortadan kaldırmak gibi olur. 
Yani yeni kurulmuş akvaryumda amonyak ortada bakteri olmadığı için nasıl dönüşemiyorsa, tabanda da atıyorum co2 dönecek bir süreci kesmek esasen aynı şey. Tabii zararları aynı olmayabilir.  Ancak neden tam oturmamış akvaryumlarda hastalıklar ve balık ölümleri daha çok oluyor veya neden oturmamış bitkili akvaryumlarda neredeyse istisnasız yosun sorunu oluyor da bu akvaryumlar sonradan yosundan kurtuluyor belki bu bağlamda düşünmek gerek.
Tabii burada yazılanlara bir anlam verebilmek için en azından her hobicinin en azından biraz azot döngüsü, karbon döngüsü, kükürt döngüsü vesir döngüler hakkında az çok bilgi edinmesi de gerekmektedir.


ringo2014-10-24 13:56:40

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

tlgtckÇevrim Dışı

Kayıt: 26/12/2009
İl: Istanbul
Mesaj: 2367
tlgtckÇevrim Dışı
Gönderim Zamanı: 23 Eylül 2014 09:15
Şu sorun var.
Mesela,bizim Japon balıgı dedigimiz Çin balıkları,Goldfishler
Çok fazla dışkılar, çok fazla gaz salınımı yapar,fazla oksijene ihtiyaç duyar.
Bizdeki Çin balıgı akvaryumları çok ufak ve su degişimi de yok ve aşırı nüfus popülasyonu var. bU DA BALIGIN ZEHİRLENMESİ,KUYRUK,VÜCUT YANIKLARI,,mantar ve çeşitli hastalıkları da beraberinde getiriyor
Bunu da gözardı etmemek gerekir. Böyle bir ortamı ancak bol su degişimi, yeşil su ve yosunlu akvaryumlar,bitkili sistemler kurtarır..



***************
Çinliler, Çin balıklarında yosunlu veya yeşil sulu akvaryumlar oluşturuyorlar.
Sump sistemleri, filtre sistemleri genelde iyi oluyor. Işıgı basarak akvaryumu yosunlandırıyorlar.Akvaryumun her yeri yosun kaplanıyor böylece dogal,ekolojik düzen saglanıyor. 
Su degişimlerini sık ve düzenli yapıyorlar. Balıkları rüya gibi.
Taban yosun kaplı oluyor.. Tabanda da kum veya taş kullanmıyorlar..



Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

857346Çevrim Dışı

Kayıt: 13/03/2014
İl: Ankara
Mesaj: 199
857346Çevrim Dışı
Gönderim Zamanı: 23 Eylül 2014 09:57
Evet ben her hafta dip çekiyorum ve çekmeye devam edeceğim akvaryumlarimda başarıyı bu şekilde elde ettim.

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

Acil StopÇevrim Dışı

Özel Üye
Kayıt: 23/12/2011
İl: Aydin
Mesaj: 1182
Acil StopÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 23 Eylül 2014 17:22
Karşılıklı atışmalara girmeden kendi gözlemimi paylaşmak istiyorum. Yaklaşık 7-8 yaşında başladım bu hobiye ara sıra ara verdim ama tekrar tekrar akvaryum kurdum. Bu güne kadar hiç dip çekimi yapmadım desem yeridir.

Eskiden pipo filtre bile diyemeyeceğimiz bir köşe filtre ile 70 cm cama cam tankta 200-300 erişkin lepistes yaşatırdık. O filtreyi de günde 4-5 saat ancak çalıştırırdık. Ne zaman ki elektrikli iç filtreler çıktı balıkları ondan sonra kaybetmeye başladık. Tek fark eskiden tankın dibi torftan gözükmezdi, iç filtre taktıktan sonra ise taban pırıl pırıl tertemiz olmuştu. Fazla geçmedi hastalıklar başladı. O zaman anlamıyorduk tabi ama şimdi anlıyorum ki amonyak patlamaları nedeniyle balıklar zehirleniyordu.

Son 2.5 yıldır bitkili akvaryum hobisi ile ilgileniyorum ve yine dip çekimi yapmıyorum. Tabanda pislik birikir, pislik izlersiniz, çok yosun olur diyenlere de şaşırıyorum. Buyrun 1.5 yıl hiç dip çekimi yapılmamış akvaryumun fotolarını paylaşayım.




Rengin sarı gözüktüğüne bakmayın cep telefonu nedeniyle sarı çıkıyor yoksa su çok berrak gözüküyor. Akvaryumlarımızda sağlıklı bir biyolojik filtrasyon için tabanda tortu oluşması gerektiğini düşünüyorum. 130 cm akvaryumda kullanmış olduğum tetra ex 1200 filtrenin yüksek debisinden ve tabanda istediğim oranda tortu oluşmamasından da şikayetçiyim. Şu ara imkanım olsa daha az akıntı olsun diye tetra ex 700 ya da ex 600 modeli ile değiştirmeyi bile düşünüyorum.
Acil Stop2014-09-23 17:23:06

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

cokmutluÇevrim Dışı

Özel Üye
Kayıt: 22/04/2011
İl: Kahramanmaras
Mesaj: 1658
cokmutluÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 23 Eylül 2014 17:53
Herkese merhabalar,

Niyetim tartışmaları alevlendirmek yahut farklı noktalara taşımak değil ama dip çekiminin gerekliliğini savunan arkadaşlara buradan teşekkür etmek istiyorum. Ben kendim de dip çekimine karşıyım ve hobi odam henüz aktifken hiç dip çekmedim akvaryumlarımda. Şimdi işyerimde yarı bitkili bir canlı doğuran akvaryumum var ve yine dip çekmiyorum. Akvaryum hobisinde kişisel göz zevkimizden yahut estetik algısından daha önemli tutmamız gereken bir olgu bence doğadaki ekolojik dengeyi taklit etmek. Işığından filtrasyonuna, gübresinden canlı türlerine, su değerlerine kadar doğaya uygun olması gerekir. Ha peki neden mi dip çekimini savunan arkadaşlara teşekkür ettim; onlar bu konuda ısrarcı olmasalar hobide akil insan diyebileceğimiz yahut da engin tecrübelerini hepimizin bildiği siz değerli insanların engin bilgi birikimine tanıklık edemeyeceğiz. Dip çekimini birileri savundukça daha fazla bilgi paylaşılıyor ve bizler de bundan nemalanıyoruz.

Lafı kısa keseyim, dip çekimini savunan herkese sordukları sorular için, karşı tez olarak da engin bilgilerini paylaşıp aslında dip çekilmemesi gerektiğini en güzel şekilde bizlere anlatan değerli hobi dostlarına da paylaşımları için teşekkürler. Konu favorilerim arasında, merakla takip ediyorum.

İyi hobiler.

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir